Arama
En son konular
En iyi yollayıcılar
kızıldeli | ||||
sonyilmaz | ||||
FATOŞ | ||||
tokatlı önder | ||||
barkeles | ||||
bilgen_yilmaz | ||||
Admin | ||||
huseyinkeles | ||||
banukeles |
Istatistikler
Toplam 42 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: şanssız
Kullanıcılarımız toplam 283 mesaj attılar bunda 213 konu
BİZLERDE BÖYLE ŞANSLI OLABİLSEYDİK
1 sayfadaki 1 sayfası
BİZLERDE BÖYLE ŞANSLI OLABİLSEYDİK
Cemlerin gizli gizli yapıldığı günlere yetiştiğim için kendimin ne kadar şanslı olduğunu düşünür; ama akabinde gösteriye dönen cemleri, semahları da gördükçe keşke bunları görmeden göçebilseydim derim.
Bir başka olurdu cem akşamları.
Genelde uzun kış gecelerine denk gelirdi. Öyle sanırdım. Ama şimdi anlıyorumki tarlada, tarımda çalışan kırsal kesim Alevileri akıl ile inançlarını birleştirmiş ve ibadetlerini keyfe göre değil, ihtiyaca göre ayarlamış.
Yaz günü büyük meydan ateşi gerçekten hem çekilmez hem de o ruhani atmosferi vermez. Günün ışıkları ateşin o güzel renginin parlaklığını etkiler.
Kış günlerinde yapılan cemlere akşam saat 18.00 sularında gelinirdi. İlk gelenler, daha fazla sohbet imkanı bulurlardı dede ile. Kalabalık bütün cem evini doldurunca biz çocuklar ambar üstünde yer bulabilirdik. Ambar üstü yani kışlık tahılımızın unumuzun konduğu büyük dolaplar.
Ambar üstünde tabii her çocuğun yer bulması imkansız. İşte dede torunu olmanın ve dede evlerinin hep cemlere uygun yapılmasının farklılığı orada belli olurdu. Biz mutlaka yer bulurduk.
Cem yapılırken bir nevi balkondan izleme olayı idi. Cemdekiler gibi ayağa kalkmazdık, daha doğrusu kalkamazdık. Ama yukardan iyi izlerdik cemi. Âşık sazıyla deyiş söylerken, bize daha iyi gelirdi sesi. Cemde en arkada oturanlar hepsini tam duyamazdı. Fakat biz, tam bir birinci sınıf koltuk gibi izlerdik. Tabii cemde kurban yemeye gelince herşey tersine dönerdi. O kadar kalabalığa kaşık yetiştirmek, pilav yetiştirmek çok zordu. En öndekiler bu sefer daha şanslı idi. Neyse dede derdiki, "yetişmeyenler için lokma karın doyurmaz şefaat arttırır." Bize de şefaat kalırdı.
Bazen dedemin aklına geliriz, bir tabak ambar üstüne önce gelirdi. Geldiği gibi bitmesi de bir olurdu. Artık o zamanın hiç sunî gübre görmemiş tarlanın buğdayından mı, radyasyon bilmeyen dağların otlarını yiyen koçun etinden mi, yoksa bize gelen bir tabak pilavın azlığından mı bilemem, öyle lezzetli olurdu ki, gerçekten Selman efendimiz cennetten getirdi sanırdık. Düşünürdük ki, İbrahim Peygamberin koçu oldu pişen koç... Değil geriye bir tek pilav tanesi gitmesi, öyle bir silip süpürürdük tabağı, ayna gibi parlardı.
Aşık sazının teline dokununca, sesler kesilir, gözler kapanır, sabah seherinde söğüt ağacının salınması gibi erkekler başlarını, kadınlar da ellerini göğüs hizasında birleştirerek salınmaya başlardı; yani bir sağa bir sola hareket ettirirlerdi.
Bir başka olurdu o an. Ne annemi tanıyabilirdim ne babaannemi! Hepsi bir başka gözükürlerdi. Daha bir melek görünüşlü Fatma anamız gibi. O da sanki bu hepsini tanıyamadığım bayanların arasında salınırdı.
Aşık baba durup, dede duaya başlayınca, bir "Allah Allah" sesleri çıkardı ki, sanırsınız koca ev yerinden sarsılıyor.
Köyde hemen hemen herkesin bir takma adı, lakabı olur.
Yaptıkları işe göre, herkese bir lakap takılır. Bazen bu lakap nerden nasıl takıldı, onu kendisi de bilmezdi.
Boyu çok kısa zayıf bir köylümüz vardı. Ona "Ayışığı" derlerdi. Normalde sesini zor duyduğumuz "Ayışığı" bile "Allah Allah" deyince sanki Zaloğlu Rüstem nara atıyor olurdu.
Kurban gelirdi ortaya. Kara gözlü, bembeyaz tüylü. Bazen, eğer varsa, boynuzlarında iki tane kırmızı elma takılı. Kışın zor bulunurdu. Ancak köyün çok becerikli kadınlarında olurdu. O da yazdan saman altına sakladılarsa. Onlar da her cemde ortaya çıkarılmazdı herhalde. Sırtına da bir renkli çoban heybesi konurdu.
O mübarek ortaya gelir, önce şaşkın şaşkın bakınır, sonra alışırdı ortama. Birilerinin eline giderdi. Herhalde tanırdı sahibini. Hepimiz kurbanı izlerdik derlerdiki, bir işaret vermeli. Biz pilavı düşündüğümüzden, bir an evvel ya işemesi için, ya titremesi için dua ederdik. Ama en büyük duamız melemesi içindi. Melerse bir tane daha getirilirdi. O zaman kesin bize etli pilav düşerdi. Genelde titrer ve kurban yolculuğuna yalnız giderdi tabii. Bize gelebilen pilav da etsiz olurdu.
Kurban ortadan gider, cem devam ederdi.
12 Hizmet denilirdi cemin bölümlerine. Sıra ile yapılırdı. Biz cok iyi bilirdik sırayı. İçimizden hizmet için ortaya çıkandan evvel okurduk gülbangları.
Heyecanımızın doruk noktası, "Kırklar Semahı" ile başlardı. Köyün en yaşlıları çıkardı genelde. Yola giderken on kere dinlenen bu insanlar, semah ederken sanki yeniden doğmuş gibiydiler.
"Kırklar Semahı"ndan sonra bazı geceler, "Gönüller Semahı" diye daha çok orta yaştakilerin yaptığı semah başlardı. Bizim evin yıkılmaması bir mucize idi. 12 İmamların bekciliğine güvenirdik. O yüzden yıkılmazdı bizim ev. Yoksa ayakların semahın ahenginde yere vurulmasıyla çıkan sesin, anlatılması güç. Semah dönenlerin birbirlerine hiç değmeden dönmeleri, bir ahenkli gezegen sistemi ile eşdeğerdi.
Bu güzelliklerden şimdiki zamana gelince: Artık öyle cemleri ancak dedelerimizin nenelerimizin anılarında bulabiliriz. Bir inanç kendi talipleri tarafından yok ediliyor. Ne Yavuz, ne Kanuni, ne Kuyucu Murat bu kadar zarar verebilmiş. Dağ başlarına kaçılarak gizlenerek yine yapılmış...
gerçegin demine hu...
“Allah Allah! Geldiğiniz yoldan, durduğunuz dardan ve çağırdığınız pirden şefaat göresiniz! Cenabı Hakk, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Sultan Allah’a kul, Muhammed’e ümmet ve Ali’ye talip eyleye! Bu yoldan, bu dardan ve didardan ayırmaya! Ceddi cemalımız yaramaza, uğursuza ve pirsize duş getirmeye! Şeytanın şerrinden, gafil gadadan-görünmez beladan koruya! Cenabı Allah hayırlı devlet, hayırlı evlat, hayırlı rahmet ve bereket ihsan eyleye! Darınız niyazınız kabul ola, gerçeğe hüüü!”
Bir başka olurdu cem akşamları.
Genelde uzun kış gecelerine denk gelirdi. Öyle sanırdım. Ama şimdi anlıyorumki tarlada, tarımda çalışan kırsal kesim Alevileri akıl ile inançlarını birleştirmiş ve ibadetlerini keyfe göre değil, ihtiyaca göre ayarlamış.
Yaz günü büyük meydan ateşi gerçekten hem çekilmez hem de o ruhani atmosferi vermez. Günün ışıkları ateşin o güzel renginin parlaklığını etkiler.
Kış günlerinde yapılan cemlere akşam saat 18.00 sularında gelinirdi. İlk gelenler, daha fazla sohbet imkanı bulurlardı dede ile. Kalabalık bütün cem evini doldurunca biz çocuklar ambar üstünde yer bulabilirdik. Ambar üstü yani kışlık tahılımızın unumuzun konduğu büyük dolaplar.
Ambar üstünde tabii her çocuğun yer bulması imkansız. İşte dede torunu olmanın ve dede evlerinin hep cemlere uygun yapılmasının farklılığı orada belli olurdu. Biz mutlaka yer bulurduk.
Cem yapılırken bir nevi balkondan izleme olayı idi. Cemdekiler gibi ayağa kalkmazdık, daha doğrusu kalkamazdık. Ama yukardan iyi izlerdik cemi. Âşık sazıyla deyiş söylerken, bize daha iyi gelirdi sesi. Cemde en arkada oturanlar hepsini tam duyamazdı. Fakat biz, tam bir birinci sınıf koltuk gibi izlerdik. Tabii cemde kurban yemeye gelince herşey tersine dönerdi. O kadar kalabalığa kaşık yetiştirmek, pilav yetiştirmek çok zordu. En öndekiler bu sefer daha şanslı idi. Neyse dede derdiki, "yetişmeyenler için lokma karın doyurmaz şefaat arttırır." Bize de şefaat kalırdı.
Bazen dedemin aklına geliriz, bir tabak ambar üstüne önce gelirdi. Geldiği gibi bitmesi de bir olurdu. Artık o zamanın hiç sunî gübre görmemiş tarlanın buğdayından mı, radyasyon bilmeyen dağların otlarını yiyen koçun etinden mi, yoksa bize gelen bir tabak pilavın azlığından mı bilemem, öyle lezzetli olurdu ki, gerçekten Selman efendimiz cennetten getirdi sanırdık. Düşünürdük ki, İbrahim Peygamberin koçu oldu pişen koç... Değil geriye bir tek pilav tanesi gitmesi, öyle bir silip süpürürdük tabağı, ayna gibi parlardı.
Aşık sazının teline dokununca, sesler kesilir, gözler kapanır, sabah seherinde söğüt ağacının salınması gibi erkekler başlarını, kadınlar da ellerini göğüs hizasında birleştirerek salınmaya başlardı; yani bir sağa bir sola hareket ettirirlerdi.
Bir başka olurdu o an. Ne annemi tanıyabilirdim ne babaannemi! Hepsi bir başka gözükürlerdi. Daha bir melek görünüşlü Fatma anamız gibi. O da sanki bu hepsini tanıyamadığım bayanların arasında salınırdı.
Aşık baba durup, dede duaya başlayınca, bir "Allah Allah" sesleri çıkardı ki, sanırsınız koca ev yerinden sarsılıyor.
Köyde hemen hemen herkesin bir takma adı, lakabı olur.
Yaptıkları işe göre, herkese bir lakap takılır. Bazen bu lakap nerden nasıl takıldı, onu kendisi de bilmezdi.
Boyu çok kısa zayıf bir köylümüz vardı. Ona "Ayışığı" derlerdi. Normalde sesini zor duyduğumuz "Ayışığı" bile "Allah Allah" deyince sanki Zaloğlu Rüstem nara atıyor olurdu.
Kurban gelirdi ortaya. Kara gözlü, bembeyaz tüylü. Bazen, eğer varsa, boynuzlarında iki tane kırmızı elma takılı. Kışın zor bulunurdu. Ancak köyün çok becerikli kadınlarında olurdu. O da yazdan saman altına sakladılarsa. Onlar da her cemde ortaya çıkarılmazdı herhalde. Sırtına da bir renkli çoban heybesi konurdu.
O mübarek ortaya gelir, önce şaşkın şaşkın bakınır, sonra alışırdı ortama. Birilerinin eline giderdi. Herhalde tanırdı sahibini. Hepimiz kurbanı izlerdik derlerdiki, bir işaret vermeli. Biz pilavı düşündüğümüzden, bir an evvel ya işemesi için, ya titremesi için dua ederdik. Ama en büyük duamız melemesi içindi. Melerse bir tane daha getirilirdi. O zaman kesin bize etli pilav düşerdi. Genelde titrer ve kurban yolculuğuna yalnız giderdi tabii. Bize gelebilen pilav da etsiz olurdu.
Kurban ortadan gider, cem devam ederdi.
12 Hizmet denilirdi cemin bölümlerine. Sıra ile yapılırdı. Biz cok iyi bilirdik sırayı. İçimizden hizmet için ortaya çıkandan evvel okurduk gülbangları.
Heyecanımızın doruk noktası, "Kırklar Semahı" ile başlardı. Köyün en yaşlıları çıkardı genelde. Yola giderken on kere dinlenen bu insanlar, semah ederken sanki yeniden doğmuş gibiydiler.
"Kırklar Semahı"ndan sonra bazı geceler, "Gönüller Semahı" diye daha çok orta yaştakilerin yaptığı semah başlardı. Bizim evin yıkılmaması bir mucize idi. 12 İmamların bekciliğine güvenirdik. O yüzden yıkılmazdı bizim ev. Yoksa ayakların semahın ahenginde yere vurulmasıyla çıkan sesin, anlatılması güç. Semah dönenlerin birbirlerine hiç değmeden dönmeleri, bir ahenkli gezegen sistemi ile eşdeğerdi.
Bu güzelliklerden şimdiki zamana gelince: Artık öyle cemleri ancak dedelerimizin nenelerimizin anılarında bulabiliriz. Bir inanç kendi talipleri tarafından yok ediliyor. Ne Yavuz, ne Kanuni, ne Kuyucu Murat bu kadar zarar verebilmiş. Dağ başlarına kaçılarak gizlenerek yine yapılmış...
gerçegin demine hu...
“Allah Allah! Geldiğiniz yoldan, durduğunuz dardan ve çağırdığınız pirden şefaat göresiniz! Cenabı Hakk, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Sultan Allah’a kul, Muhammed’e ümmet ve Ali’ye talip eyleye! Bu yoldan, bu dardan ve didardan ayırmaya! Ceddi cemalımız yaramaza, uğursuza ve pirsize duş getirmeye! Şeytanın şerrinden, gafil gadadan-görünmez beladan koruya! Cenabı Allah hayırlı devlet, hayırlı evlat, hayırlı rahmet ve bereket ihsan eyleye! Darınız niyazınız kabul ola, gerçeğe hüüü!”
FATOŞ- Mesaj Sayısı : 61
Nerden : İST\AVCILAR
Kayıt tarihi : 10/01/09
Geri: BİZLERDE BÖYLE ŞANSLI OLABİLSEYDİK
ŞİMDİKİ YAPILAN CEMLER NASIL YAPILIYOR?
Bir büyük salon tutuluyor. Bir ses düzeni, bir saz çalabilen, bir de okuması yazması olan biri.
Ocakzade olması da önemli değil, yeterki dedelik yapabilsin.
Aşığın da Alevi olması önemli değil, yeterki güzel bağlama çalabilsin.
Herkes bildiği bulduğu yere oturuyor.
Turap olmak da gerekmiyor, sandalyeler ve hatta sinema koltukları daha rahat olduğu için daha da iyi.
Kimse kimseyi tanımadığından bir "Görgü" bir sorgu da olamıyor.
Kimsenin kıyafetine de bakılamıyor.
Kimsenin Alevi olup olmadığına da.
Gerçekte ceme ancak Alevi erkânına girenler veya girmek için kurban kesenlerin girebileceğinden de kimsenin haberi yok.
Tabii bu cemlere isimler de uydurmak veya var olan cemlerin içini boşaltarak başka bir şekle büründürmak lazım.
İçeriği tamamen değiştirilerek, musahip olma ceminden birkaç gün sonra ikinci içeri kurbanının verildiği cem olan "Birlik Cemi"ni, başka bir şekle soktukları ceme de "Birlik Cemi"
Bir büyük salon tutuluyor. Bir ses düzeni, bir saz çalabilen, bir de okuması yazması olan biri.
Ocakzade olması da önemli değil, yeterki dedelik yapabilsin.
Aşığın da Alevi olması önemli değil, yeterki güzel bağlama çalabilsin.
Herkes bildiği bulduğu yere oturuyor.
Turap olmak da gerekmiyor, sandalyeler ve hatta sinema koltukları daha rahat olduğu için daha da iyi.
Kimse kimseyi tanımadığından bir "Görgü" bir sorgu da olamıyor.
Kimsenin kıyafetine de bakılamıyor.
Kimsenin Alevi olup olmadığına da.
Gerçekte ceme ancak Alevi erkânına girenler veya girmek için kurban kesenlerin girebileceğinden de kimsenin haberi yok.
Tabii bu cemlere isimler de uydurmak veya var olan cemlerin içini boşaltarak başka bir şekle büründürmak lazım.
İçeriği tamamen değiştirilerek, musahip olma ceminden birkaç gün sonra ikinci içeri kurbanının verildiği cem olan "Birlik Cemi"ni, başka bir şekle soktukları ceme de "Birlik Cemi"
FATOŞ- Mesaj Sayısı : 61
Nerden : İST\AVCILAR
Kayıt tarihi : 10/01/09
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Perş. 29 Tem. 2010, 12:10 tarafından kızıldeli
» ŞEREFSİZ BİLET ALMIYOR Kİ.......
Perş. 29 Tem. 2010, 12:07 tarafından kızıldeli
» normal bir insan
Perş. 29 Tem. 2010, 12:04 tarafından kızıldeli
» Bagcikli midur?
Perş. 29 Tem. 2010, 12:03 tarafından kızıldeli
» abi hırsızı yakalad
Perş. 29 Tem. 2010, 12:01 tarafından kızıldeli
» Aptallar değil
Perş. 29 Tem. 2010, 12:00 tarafından kızıldeli
» geveze
Perş. 29 Tem. 2010, 11:59 tarafından kızıldeli
» süpriz oynadum olum
Perş. 29 Tem. 2010, 11:58 tarafından kızıldeli
» Eyvah havada kalduk.
Perş. 29 Tem. 2010, 11:57 tarafından kızıldeli